Siz hiç seyircinin ‘Fısıltı Gazete’sinden söz eden senaryo kitabı okudunuz mu? Fısıltı Gazetesi mi o da ne? Fısıltı Gazetesi; hiçbir yapımcı, hiçbir senarist ve yönetmenin tahminlerine sığmayan fakat başarısı tesadüf olmayan, formüllere dayalı bir hikayenin yaydan fırlayıp hedefi bulmasıdır. Öyküsü beğenilen her film, seyircinin diline düşer ve düştüğü andan itibaren artık o filmin reklama ihtiyacı kalmaz çünkü filmin reklamını seyirci gönüllü olarak üstlenir. Hala neden söz ettiğimi anlamadınız mı? Biraz daha somut anlatayım o halde.
Beş haftadır 3,5 milyonu aşan seyirci gişesiyle; Amerikan ve Türk filmlerinin gişesini alt üst eden ve zirvede birinciliğe yerleşen film ‘Ayla’ seyircinin ‘Fısıltı Gazetesi’nde’…
-Ayla’yı izledin mi?
-Yok izlemedim, nasıldı?
– Sonunda ağladım.
– Film nasıldı peki?
-Git izle anlatmayayım ben şimdi.
Sinemaya gitmeye karar vermiş hiçbir seyirci –buna film eleştirmenlerini bile çekinmeden dahil edebiliriz- kötü bir filmle para kaybetmek istemez. Elindeki parayı iyi bir hikaye için harcamak ister. Amerikan Sinemasının bütün dünya ülkelerinde gişeyi garantilemesinin nedeni ‘Size bir film izleteceğim asla para kaybetmeyeceksiniz ve filmden memnun ayrılacaksınız’ garantisini sağlamış olmasıdır. Bu garanti henüz Türkiye filmlerinde yoktur. Çünkü biz hala iyi bir filmin iyi bir öyküden geçtiğinin farkında değiliz. Peki seyirci Türk filmlerindeki garantiyi nasıl anlayacaktır? Tabii ki Fısıltı Gazetesinden…
Gelelim filmle ilgili düşündüklerimize… Ayla filmi süre olarak çok uzun, lakin Türk dizilerinin uzunluğundan sabır kazanmış bir izleyici karşısında pek göze batmıyor. Görsel zenginlik ve başarılı bir yönetmenlikle senaryonun uzunluğu kamufle oluyor ve seyircinin bu uzunluğu yadırgayamadığı bir kıvama geliyor. Filmin en çekici yanı hikayesinin gerçek bir hikayeye dayanıyor olması. Son jenerikte hikayenin gerçek görüntülerinin yer alması bunu çok iyi bir şekilde destekliyor.
Ayla filmine konu olan Kore Savaşı 1952’de oldu ve üzerinden tam 65 yıl geçti, bugün 2017 yılında Suriye’de benzer bir savaş devam ediyor. Daha dün ‘Aylan’ bebeğinin kıyıya vurmuş cesedi zihinlerimize kazınmışken Ayla da ‘Savaşı ve savaşın çocuklara verdiği zararı’ hatırlatmaya girişiyor.
Sahi ne işimiz vardı bizim Kore’de, Suriye’de? Kafamızı karıştıran bu soruyu film pek doğru bir söylemle anlatmadığı gibi ‘büyüklerimiz’den duyduğumuz kadarının ve ‘büyüklerimiz’in’ söylediği kadarının ötesine geçilmiyor.
Velhasıl kelam; film hakkında ne kadar konuşursak konuşalım, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, günahıyla sevabıyla; Ayla ‘Fısıltı Gazete’sine düşmeyi başarmıştır. Ve bu başarının önünde hiçbir olumsuz söz duramayacaktır. Seyirci kabul ettiyse bize de neyi kabul ettiğini izleyip, öğrenmek düşecektir.
Henüz izlemedim çünkü çok ağlayacağımdan korkuyorum. (Bu filmin benim için ayrı ve özel önemi var çünkü rahmetli babam da Kore gazisiydi, hatta bloğumda ‘babamın Kore hatıraları’ diye yazdım.
Haklısınız bir filmi değerlendirmek söz konusuysa, en iyi kriter seyircidir. İnşallah Oscar’ı da alır, çok istiyorum.
Emeğinize sağlık.
Müjde Dural
(Bücürük ve Ben bloğunun sahibesi :))